Published on Şubat 5th, 2019 | by admin
0Aziz Mahmud Hüdai Hz
Aziz MahmudHüdâyî
Asıl adı Mahmud’dur. Aziz ismi kendisine hürmeten sonradan verilen sıfat olup Hüdâyî ismi ise şiirlerinde kullandığı mahlasıdır ve şeyhi Üftade Hazretleri tarafından verilmiştir.1543’te Şereflikoçhisar’da doğan Hüdâyî Hazretleri Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin neslinden olup seyyiddir. Hüdâyî Hazretleri ilk tahsiline Sivrihisar’da başladı. Daha sonra devrin önemli ilim merkezi olan İstanbul’a geldi. Medrese tahsili esnasında Nazırzade Ramazan Efendi’nin talebesi oldu. Medrese tahsilinden sonra Nazırzade’ye yardımcı olarak uzun yıllar yanından ayrılmadı. Onunla birlikte Edirne, Mısır, Şam gibi yerlere giderek çeşitli görevler yaptı. 1573’te hocası Nazırzade’nin yanında nâib sıfatıyla Bursa’ya tayin edildi. Burada bir yandan halka adalet dağıtıp, gençlere ilim öğretirken bir yandan da gönlündeki ilahi aşk ateşinin cezbesiyle Bursa’nın büyük mürşidi Üftade Hazretleri’nin meclisine katıldı. 1576’da Hocası Nazırzade’nin vefatından sonra gördüğü rüyalardaki manevi işaretlerle daha önce meclisinde bulunduğu Üftade Hazretleri’nin yanına gelerek kendisine intisap etmek istediğini söyledi. Buna karşılık Üftade Hazretleri, ilk olarak mal ve mülkten, sonra memuriyetten feragat etmesini, sonra da nefsini ayaklar altına almasını istedi. Bütün bunları tereddütsüz kabul eden Hüdayi, malını mülkünü Bursa fakirlerine dağıttı. Kadı ve müderrislikten istifa etti. Nefsini ayaklar altına almak için mahalle mahalle gezerek ciğer satmaya başladı. Nefsaniyetini besleyen bütün dünyevî işlerden el çekti.
“Bir gün Üftade Hazretleri, müridleri ile beraber bir kır sohbetine çıkmıştı. Emri üzerine bütün dervişler, kırın en güzel yerlerini dolaşarak şeyhlerine birer demet çiçek getirdiler. Ancak Mahmud Efendi’nin elinde sapı kırılmış solgun bir çiçek vardı. Diğerler neşeyle elindekileri hocalarına takdiminden sonra Kadı Mahmud Efendi boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftade Hazretlerine takdim etti. Üftade Hazretleri diğer müridlerin meraklı bakışları arasında sordu:
-Evlâdım Mahmud! Herkes demet demet çiçek getirdikleri halde sen niçin sapı kırık solgun bir çiçek getirdin?
Mahmud Efendi, edeple başını önüne eğerek cevap verdi:
-Efendim! Size ne takdim etsem, azdır. Ancak hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam onu “Allah Allah” diyerek Rabbi’niesbih eder bir halde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mani olmaya razı olmadı. Çaresiz ben de elimdeki şu teşbihine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım.
Bu güzel ve mana dolu cevaba son derece memnun olan Üftade Hazretleri’nin dilinden o anda:
-Hüdâyî, Hüdâyî… Bundan sonra ismin Hüdâyî olsun. Ey Hüdâyî! Bu kır gezisinden yalnız sen nasiblenmişsin, ifadeleri döküldü. Böylece Kadı Mahmud, Hüdâyi oldu. Zira O, artık kainattaki esrar-ı ilahiyye ve kudret akışlarına aşina olmuştu. Adeta kainat, kendisine sırlarını açan canlı bir kitap haline geldi.”
Hüdâyî, şeyhi yanında aldığı eğitimle üç sene gibi kısa bir zamanda hilafet aldı. 1580’de Sivrihisar’a gitti ve burada altı ay kaldıktan sonra şeyhini ziyaret için Bursa’ya döndü. Aynı yıl içerisinde Üftade Hazretleri vefat etti. Buradan tekrar Sivrihisar’a dönen Hüdayi ailesiyle bir müddet Rumeli’de kaldıktan sonra İstanbul’a geldi.
Bir müddet Küçükayasofya’da ikamet ettikten sonra Üsküdar’a yerleşti. Küçükayasofya, Fatih Camii, Sultan Ahmed Camii ve Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii’nde vaaz verdi. Verdiği vaazlar ve irşad faaliyetleriyle ilim ve siyaset çevrelerinde şöhreti gittikçe arttı. Hüdayi Hazretleri dergâhının bulunduğu bugünkü yeri 1589’da satın aldı ve inşa faaliyetleri 1594’te tamamlandı. Bundan sonra Hüdâyî dergahı zengin, fakir, memur, derviş her zümreden halk ile dolup taştı. Susayan gönüller bu dergâhta hayat bulmaya başladı. Devrin padişahları bile ona hürmet ve teveccühte kusur etmedi.
Hüdayi Hazretleri padişahların gördüğü rüyaları yorumlarken kendi rüyalarını da padişahlara mektupla anlatarak onları hayra sevketti. Yine bir gün devrin padişahı Sultan I. Ahmed Han rüyasında Nemçe Kralı’nın kendisini toprağa sırtüstü yatırdığını görür. Rüyasını tabir için bir mektubu Aziz Mahmûd Hüdâyi’ye gönderir. Aziz Mahmûd Hüdâyî’de daha mektup kendisine ulaşmadan rüya yorumunu içeren cevabî mektubunu padişaha gönderir. Şaşkınlıkla mektubu açan Sultan Ahmed Han mektupta düşmana karşı zafer kazanılacağı müjdesini alır. Daha sonra Sultan I. Ahmed Han peş peşe zaferler kazanır.
III. Murad’a yazdığı bir diğer mektup ise şöyledir:
“Sultânım! Şerîat gemisine binip takvâ yelkenlerini açarak hakîkat denizinde Hakk’a muhabbet rüzgârıyla îtidâl ve istikâmet üzere yol al! Zâhirin ve bâtının şartlarını, yani şerîat ahkâmı ile tarîkat ve hakîkat esaslarını tam olarak yerine getir! Adâlet dedikleri, işte budur!..”
Bir asra yakın ömür sürmüş ve sekiz padişah devrini idrak eden gönüllerin sultanı Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri 1 Ekim 1628’de vefat etti. Cenazesi büyük bir merasimle kaldırıldı ve zaviyesinde bizzat kendisinin yaptırdığı türbeye defnedildi.
Türbe 17. yüzyıl yapısıdır. Kuzeyden güneye kadar sıralanan camekanlı bir giriş bölümü, türbedar odası, piramit biçiminde külahla örtülü bir oda ve esas türbe kısmından oluşmaktadır. Türbe odasında bir de kuyu vardır. Dikdörtgen planlı türbe odasında daire kesitli dört adet mermer sütuna oturan, 13 dilime taksim edilmiş ahşap bir kubbe yükselmektedir. Türbenin içi tamamen kalem işiyle süslüdür. Sandukasının baş kısmında Halvetî Tarikat Tacı bulunur. Türbede Hüdâyî Hazretlerinin aile efradından oluşan 11 kişi medfundur. 1850 yangınında zarar gören türbe Sultan Abdülmecid tarafından tekrar inşa ettirilmiştir.
Dua
Yâ Rabbi! Kıyamete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip ruhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir. Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; imanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş http://hudayivakfi.org